
SÜRDÜRÜLEBİLİR GIDA SİSTEMLERİ
Dünya nüfusu yaklaşık 7,7 milyar kişi olup, 2050 yılında nüfusun 9,7 milyar kişiye ulaşması beklenmekte. Mevcut halde 700 milyon kişi aşırı yoksulluk içinde hayatını devam ettirmeye çalışırken, 800 milyon kişi kronik açlık çekmekte, 2 milyar kişi ise beslenme yetersizliği kaynaklı hastalıklar ile mücadele etmektedir. Beslenme ihtiyacını karşılayan temel kaynak olan tarımsal faaliyetlerde ise küresel çapta çözülmesi gereken birçok ciddi sorun bulunmaktadır. Dünya üzerinde tarım yapılabilir alanların %80’inin bozulmuş durumda olduğu ve her yıl 24 milyar ton toprağın erozyon nedeniyle kaybedildiği tahmin edilmektedir.
Bu durum mevcut trendler devam ettikçe ve geliştirilecek yeni tarıma elverişli alanlar da dikkate alındığında, 2050 yılında 9 milyar insanı besleyebilmek için yalnızca %5 oranında fazla arazi üzerinde %70 daha fazla tarımsal gıda üretimi gerçekleştirmemiz gerektiği anlamına gelmektedir.
İklim krizi nedeniyle şiddeti ve frekansı artan fırtına, sel, dolu, orman yangını, ısı dalgaları gibi aşırı hava olayları geniş kitleler için ciddi bir gıda güvencesi tehdidi ve çiftçiler için hasat ve gelir kaybı riskleri oluşturmaktadır. İklim şartlarının öngörülebilirliğinin giderek azalması tarımsal üretim planlamasını zorlaştırmakta, tarımsal üretim miktarı (rekolte) ile toprak sağlığı ve verimliliğinin düşmesine neden olmaktadır. Vahşi sulama kısıtlı su kaynaklarının tükenmesine; pestisit, fungisit, insektisit gibi kimyasalların kontrolsüz kullanımı ise hem toprağın minerallerini yitirerek bozulmasına, hem de biyoçeşitliliğin zarar görmesine yol açmaktadır.
Son yüzyılda küresel su kullanımının 100 kat arttığı bilinmekte olup, 2050 yılına gelindiğinde dünyada yaşayan her iki kişiden birinin orta derecede su stresi çekeceği tahmin edilmektedir.3 Ülkemiz özelinde bakıldığında Türkiye’nin sıcak hava dalgaları, sel ve taşkınlar, müsilaj, orman yangınları, kum ve toz fırtınaları ile su varlığında azalma tehditleri bakımından artan bir kırılganlığa sahip olduğu görülmektedir.
Tarımsal değer zinciri üzerindeki tarla ve seralardan son tüketiciye kadar olan tüm aşamalarda kayıplar ve verimsizlikler oluşmaktadır. Bunların neticesinde gıda kaybı ve israfına ek olarak hava, su, toprak ve doğal ekosistemler bozulmakta, sınırlı doğal kaynaklar hızla tükenmektedir. Değer zinciri üzerindeki çok paydaşlı karmaşık yapılar verimliliği ve öngörülebilirliği kısıtlamakta, pazar dinamikleri sonucunda oluşan fiyat oynaklığı ve istikrarsızlıkları gıdaya erişimi daha da zorlaştırmaktadır.
Sanayileşmemiş ülkelerde tarımsal üretimin ekonomi içindeki payı görece yüksek olduğundan, gıdaya erişimdeki verimsizlik ve kayıplar bu ülkelerde daha yüksek sosyal ve insani kriz riskleri doğurmaktadır. Diğer yandan, küresel ölçekte üretilen gıdanın yaklaşık üçte biri tüketilemeden çöpe gitmektedir. Gıdaya erişim ve beslenme sıkıntısı yaşayan nüfusun büyüklüğü göz önüne alındığında bu ölçüdeki bir verimsizliğin yarattığı sorun daha iyi anlaşılmakta. Ek olarak, çöpe giden büyük miktardaki tarımsal üretimin gerçekleştirilmesi için harcanan enerji ve kaynaklar düşünüldüğünde, bu durumun önemli miktarlarda sera gazı salımlarına neden olduğu görülmektedir. faaliyetler üzerinde olumsuz etkiler yarattığından ötürü, enerji ve kaynak verimsiz tarım faaliyetleri kısır bir döngü yaratmaktadır.
Kamu, özel sektör, düşünce kuruluşları ve sivil toplum örgütleri nezdinde tarımda sürdürülebilirlik ve verimliliğin sağlanabilmesi için politikalar oluşturulmakta, analizlere dayalı çözüm önerileri geliştirilmektedir. Avrupa Yeşil Mutabakatı (AYM) mevzuatı dahilinde üye ülkelerin ortak tarım politikasına aktaracağı bütçelerinin en az %40’ının iklim değişikliği ile mücadeleye ayrılması şartı getirilmiştir.
AYM kapsamındaki sıfır atık yönetmeliği, döngüsel ekonomi eylem planı, “Çiftlikten Çatala” stratejisi gibi belgeler içinde sürdürülebilir tarım konusu ile bağlantılı birçok başlık bulunmaktadır. Aynı doğrultuda, Avrupa Komisyonu’nun 2020 Mart ayında aldığı karara göre tarımsal alanların en az %25’inde organik tarım faaliyetlerinin yürütülmesi ile su, enerji ve plastik kullanımlarının önemli ölçülerde azaltılması hedeflenmiştir.
Raporun kapsamı dışında olan, ancak sürdürülebilir tarım ile etkileşimli tekstil ve hayvancılık sektörleri de entegre strateji, politika ve çözüm önerilerinin geliştirilmesinde göz önünde bulundurulmaktadır. Sürdürülebilir tarımın finansmanı ve yatırımların yöneldiği alanlara bakıldığında, etkileşimli sektörler olan gıda ve içecek, ambalaj, lojistik ve perakende alanlarında gıda kayıplarının azaltılması, verimsizliklerin önlenmesi, teknolojik ilerleme, araştırma ve geliştirme konuları öne çıkmaktadır. Tarımsal değer zincirindeki iyileştirmelerin teknolojik ve finansal odak noktaları arasında iklim değişikliğinin azaltılması, iklim değişikliğine adaptasyon, düşük karbon ekonomisine geçiş, temiz enerji, kaynak verimliliği, biyoçeşitlilik, yeşil ve sürdürülebilir inovasyon gibi temalar bulunmaktadır.
1.1. Tanımlar
1.1.1. Sürdürülebilir Tarım
Sürdürülebilir tarım terimi ilk kez Avustralyalı tarımsal ekonomist Gordon Mc Claymont tarafından kullanılmış olup, çevre ile ilgili sorunların dünya gündeminde ön plana çıktığı 1980’lerde popüler hale gelmiştir. 1977 yılında çıkarılan A.B.D. Milli Tarımsal Araştırma, Uygulama ve Eğitim Yasası’nda sürdürülebilir tarım, özel bir mekanda yürütülmekte olan ve uzun vadede aşağıdaki koşulları sağlayacak entegre bitkisel ve hayvansal üretim faaliyetleri olarak tanımlanmıştır: Beşeri gıda ve lif ihtiyaçlarının karşılanması.
Tarımsal ekonominin dayandığı çevresel kalite ve doğal kaynakların iyileştirilmesi. Yenilenebilir olmayan doğal kaynaklar ile tarlada kullanılan kaynakların en verimli şekilde kullanılması. Mümkün olduğunda doğal biyolojik çevrimlerin tarıma entegre edilmesi. Ekim faaliyetlerine dayalı ekonomik canlılığının korunması. Çiftçiler ve toplumun geneli için yaşam kalitesinin arttırılması.